masal'dan/ serazad

"içinin duvarlarına bakmış bahçıvan; hayatın, etrafına ördüğü duvara, hep ona dönük yüzüne; ışıksızlığa...pek az kimsenin dokunduğu, demir kapısının mandalı paslanmış, laciverdi morlaşmış boyası, pul pul olmuş, onlarca endemik çiçeği, kırmızının ve sarının hasını barındıran, küçük bahçesini çevreleyen, sarmaşıklar yürümüş duvarlarına, sarı-siyah bir tek renk hayat vurmuştu..

bir umut görememişti, kendinden başka gözlerin, şöyle bir süzüp geçecek de olsa, bir anlık bakışına dair..hani bir köşesinde, sanki asırlardır öylece bibaşına kalmışçasına, kimseciklerin oturup iki çift laf etmediği, hani birbirine sarmaşıklarla çatılmış, ahşap, eğreti kerevetine biri gelip otursun bir soluk, tek bir kelam da etmesinmiş..yalnızca bir anlığına, biri gelip sessizce otursun, bir anlam aramaya, bir anlam bulmaya; göz gezdirsinmiş etrafa..sonra kalksın, virane, fakat kendince mamur, mağlup fakat vakur, ıssız fakat göz alabildiğine cümbüşlü, güneşin hiç dokunmadığı, lakin yine de sonbahar sararmışlığından tek yaprak düşürmemiş, küçücük bahçenin tam ortasına yürüyüp, üstünde eflatun çiçekleri olan bir tek dikenli çalı olsun; yeşertsin, hani, hüday-ı nabit ve dikenli olduğundan, belki kimsenin dokunmaya cesaret edemeyeceği, imtina edeceği, üstüne düşmeyeceği, önemsemeyeceği bahçeye..hani, çok değil; bir tane…

belki bir tek bulut uğrasın, avuç içi ülkesine..bilsin; o bulut, uzaklarda, dağları ovaları yemyeşil bir ülkeye ait ve bir şeye işaret ediyormuşçasına..o ülkeye gitmek için, içinde bir heves belirdiğinde yollar çaprazlanacak, bir kavuşma hiç olmayacak.

o güne dek noksansız bir tamlıkla tarif edebildiği, yeryüzünün bütün hasretlerine dair biriktirdiği eksiksiz ne kadar kelime varsa, şu uzak ayrılığı, ayrılığın yakıcılığını demeye yetmesin, ziyanı yok; sararmışlığıyla yalnızca şu bahçeye, şu kulübeye ait bir renk o ve yemyeşil bir ülkede yeri yok onun ve işte bu yüzden de yük olmayacak; ne o buluta, ne de o, kuşların en güzel mavilikteki naif göğüne…

şimdi o, yıllar yılı içinin en uzak en hayal bir yerinde inşa edip ve gidebileceğine dair her bir umudu, daha doğmadan sıfırladığı o hayal ülkedeymiş ve ülkenin en güzel, en biricik sarayının biricik prensesinin eşsiz bahçesinde ve gönlünce yetiştirdiği envai çeşit çiçekler içinde ve hem onlarla, hem, o çok sevdiği kelimeler, kâğıt kalemle haşr neşir…

artık, o hep öne eğik başının yerlerde gezen bakışlarını kaldırıp özgürce göğe bakabiliyormuş delikanlı; gündüz ve geceleri..âşıkmış ya?!.ama en çok da geceleri..çünkü en güzel, gece bakılırmış yıldızlara..en güzel gece gösterirmiş samanyolunu..en güzel gece hüzünlendirir, en güzel gece yazdırırmış şiiri şarkıyı; gece insanı güzel söyletirmiş..gece, yalnızlıkla tıpkı ruh ikizleri gibi; pek iyi anlaşırmış..

o an baktığı içinin duvarlarında bunları okumuş bahçıvan, hüzünle..derdini dökeceği biri olsaymış yanında, şimdi..biri; söylediğinde dinleyip ses verecek ve kendi gibi de fena âşık!"

..

serazad / 23 ağustos 2010