5.08.2010

fısıltı tıkırtı kıpırtı tıkır tıkır fısıl

Çağırdı ateş…
Küçük böceklerini gördün mü dumanın rengini kanatan
küçük kıpırtı böcekleri mi canımı acıtan
Çağırdı ateş...

sayha bir aykırılığa yıkanan o yalaz toz çölüyüm yüz…
kanat takınmış soluğa ötelerden kuma gömülecektim çürümeyen binbeşyüzyılı avutacaktım bahçeleri oyan sarı güzlerden dönecektim bilecektim izlerinden dökülmez beş zar arası zaman kırlangıcı, yuvalanan saçların o kızıl gürz kamçısı tüm çatılarına tutunan günün turuncu gecesinde gebe, ellerimden delirecektim ben, bir belirtisi olarak yazgın;
çizgi…
Oysa boşluğa asılan bir sorudur söz
Eğilen ve bükülen satırlar hattında
düşün ki oda
dört köşeli açısında
bütün sesleri susan bir durum değilmidir
döngüsüz
başka bir dilde ağrıya katlanarak büyüyorsa anlam duvarlardan
duvarlardan neon ışıklara boyalı dörtkenar eşliğinde bu sarı safran
hale mi yazmalıydım;
sabah hiç olmayacak...
Sabah tan hiç olmayacak mı?…

üç isim üzre zara atılan sokaklarda
ateş bir çağrıdır...
sokakları düşünülmüş firari fistanlar selamlıyorken
çağrımıdır ateş...
ısrarlı çekişmesi sürüyorken yapılar sökülmelidir
tüm çiviler yivinde dönmelidir taşınan
saralı bir ağzın perçemini savurur gibi taştan
kuma gömülecek kırlangıçların kanatan çırpıntısına
her adımın gölgesinden ürküyorum

ellerim gittikçe çizgileri durduran...

zeyn

Hiç yorum yok: